31 Ekim 2010 Pazar

Yeni Bir Sayfa

Dün akşam Galatasaray takımı için Ali Sami Yen'e 5.5 yıl sonra ayak basmış çiçeği burnunda hocası Hagi ile yeni bir başlangıçtı. Geçen hafta Kadıköy'de alınan olumlu sonuç her ne kadar ciddi bir moral kaynağı da olsa aslına bakarsak bir şey ifade etmemeliydi, çünkü Galatasaray'lı oyuncular için o maç bir onur mücadelesiydi. Bu açıdan bakan biri olarak benim için Antalyaspor maçı Hagi'li Galatasaray'ı değerlendirebilmek adına çok daha büyük bir önem taşıyordu.


Fenerbahçe karşısındaki şanssızlığını kıran Galatasaray, Antalyaspor karşısına da benzer bir kurguyla çıktı. Sistem olarak incelediğimizde, Galatasaray geçen haftaya tam olarak 4-3-2-1 şeklinde çıkarken; bu hafta Elano yerine Sabri oynayınca 4-5-1 düzeninde çıktı. Orta sahada 3 tane koşan ve savunma yapabilen oyuncular, sağ tarafta dinamik hırslı ve istekli, yine savunma anlamında etkin Sabri ve sol tarafta da geldiği günden bu yana beklenenin altında kalmış bir Misimoviç vardı. Önlerinde ise kontratak futbolunda etkili, bence 1.sınıf olmayan ama çok faydalı ve böyle dönemlerde güvenebileceğiniz bir Pino. Aslında ben de dahil birçok kişi Elano'nun yokluğunda Batdal'ın santraforda; Pino'nun ise kanatta görevlendirileceğini düşünüyordu fakat Hagi böyle bir 11 i uygun gördü. Bana göre de yerinde bir takım tertibiydi. Sonuçta Galatasaray'da hucüm bölgesinde ciddi eksiklikler vardı ve eldeki kadroda böyle bir 11 e ve oyun yapısına müsaitti.


Ancak ne var ki ben bu kadronun oynadığı oyundan memnun kalmadım. Senin kadronda bu kadar çok koşan ve tempolu oyuncular varsa ve sen kendi evinde oyunuyorsan, takımın önde basması, rakibi bunaltması ve kazandığı toplarla karşı tarafı hataya zorlaması gerekir. Aksi takdirde, eldeki oyuncuların teknik kapasitesi zayıf olduğu için rakip kaleye gidemezsin. Bunun bir örneğini yakın zamanda yaşadık..Ali SamiYen'de Karpaty Lviv karşısına Galatasaray 4-2-3-1 düzeninde çıktı. İlerde Serdar Özkan, Arda ve Kewell'ın temposuz oyunları ve takımın genel anlamdaki kötülüğünden dolayı ilk yarı şok bir skorla tamamlandı. İkinci yarıya başlarken Rijkaard Serdar Özkan'ı çıkarıp Barış'ı aldı oyuna. Stattaki herkes bu değişikliği garip karşıladı. Kendi sahanda 2-0 mağlupsun ve devrede hücumcu çıkartıp ön libero alıyorsun. Ancak 3. orta sahanın da girmesiyle Galatasaray ön tarafta müthiş bir pres uyguladı ve durumu 2-2 ye getirdi. Dolaysıyla ben yine böyle bir oyun bekliyordum ama Hagi takımı bir bütün halinde topun arkasına çekti ve önce yemiyim elbet atarım felsefesini sahaya yansıttı.


Galatasaray maça tempolu ama geride bekleyerek çok çıkmayarak boşluklar bırakmamaya çalışarak başladı. Bunda rakibin Antalyaspor gibi top oynayan ve önemli gol silahları olan bir takım olmasının da payı vardı elbette. Karşısında etten duvarı gören Antalyaspor fazla çıkamadı ve oyun belli bir süre rölantide gitti. Daha sonra Galatasaray önce Sabri'nin kullandığı faul atışıyla tehlike buldu daha sonra ise Misimovic'in kullandığı duran toptan Servet'in kafasıyla golü buldu. Bu süreçte Antalyaspor'da pozisyonlar bulmaya başlamıştı. İlk yarı bittiğinde baktığımız zaman 3dk içinde biri duran top diğeri de kontraataktan iki gol bulan Galatasaray'ın goller harici sadece yine duran toptan olmak üzere bir pozisyonu varken Antalyaspor'un net gollük üç tane pozisyonu vardı. Bu arada Galatasaray'da Sabri, Pino ve Barış Antalyaspor'da da Kerem ve Sedat iyi futbollarıyla göze çarpan isimlerdi.


İlk yarıyı zorunlu Ali Turan değişikliği dışında istediği gibi kapatan Galatasaray ikinici yarıya da kendi felsefesi içinde iyi başladı. Herkes topun gerisindeydi, herkes alanını kapatıyordu. Burada birşeyden bahsetmek istiyorum. Rijkaard da dahil ülkedeki bütün yorumcular iki senedir Galatasaray'ın ön taraftaki oyuncularının savunmasal yetersizliğinden bahsediyordu ki bu eleştrilerde de haklılardı. İki haftadır yeni Galatasaray'ı canlı seyrediyorum ve değişimi görüyorum. Özellikle Kadıköy'de ve dün akşam Misimovic daha verimli. İki maçta en az on kere sol beke geçip bindirme yapan Hakan'ın boşluğunu kapattı, sol bekine maç boyunca destek verdi. Keza Pino var gücüyle rakip savunmayı bozmaya çalışıyor ve öyle böyle hücum presi yapıyordu. Aynı şekilde geçen hafta Elano'da savunmaya ciddi anlamda destek verdi. Demek ki bu işten yakınmak yerine doğru müdaheleyi yapınca herkes görevini yapabiliyormuş Sayın Rijkaard! İşler iyi giderken Galatsaray ofsayt taktiğinden çağ dışı bir gol yedi. Bu gol rahat oynayan Cimbom'u panik havasına soktu ve Antalya karşılaşmanın tek hakimi haline geldi. Bu sırada Hagi maç boyunca sürekli uyarılarda bulunduğu Cana'yı kenara alarak Emre Çolak'ı oyuna sürdü ama ustanın bu cesur değişikliği genç Emre'nin çok kötü bir gününde olmasından dolayı istenilen katkıyı veremedi. Antalyaspor pozisyonlar bulurken Galatasaray'da nadir de olsa kontraataklar geliştirip rakibi rahatsız ediyordu. Bu arada 70.dk da Hakan Balta sakatlandı ve belkide bu sakatlık Galatasaray'ın lehine oldu.Görevini eksiksiz yerine getiren ama yavaş ve maç eksiği olan Hakan Balta'nın yerine giren İnsua sayesinde Galatasaray topa daha fazla sahip oldu ve onun çabuk hareketleri Galatasaray'a birçok kontra şansı sağladı. Bu şekilde giden maç Mehmet Özdilek'in tüm müdahelelerine rağmen Galatasaray'ın galibiyetiyle sona erdi.


Bu maçta iki kişi için ekstra paragraf açmak gerekir. Biri Barış Özbek diğeri de Sabri Sarıoğlu. İki sezondur taraftarın tepkisini çeken Barış dün akşam harikülade bir futbol oynadı. Bana göre geldiğinden beri en iyi üçüncü dördüncü maçıydı Barış'ın. En az yirmi tane top kazanan, rakibe karşı sert davranan, hırslı Barış aynı zamanda hiç olmadığı kadar topu da olumlu kullandı. Ben şahsen sadece bir pas hatasını gördüm ve ayrıca aldığı her topuda ileriye oynama gayretindeydi. Her zaman söylemişimdir, Barış bu takımın önemli bir parçasıdır.

Sabri ise dün eski mevkiisinde görev aldı. Sağ bek kadar çok da iyi bir sağ açık olduğunu bizlere bir kez daha gösterdi. Ataklarda kilit rol oynayıp ceza sahasına sayısız orta yapan Sabri savunma anlamında da takıma ciddi katkı sağladı.


Haftaya Galatasaray çok zor bir deplasmana gidecek. Trabzonspor şu anda ligin en formda takımı ve kendi sahasındaki büyük maçlarda başarılı sonuçlar alan bir ekip. Aynı şekilde Galatasaray da çok moralli ama kapasitesi böyle bir deplasmanda rahat galibiyet almak için yetersiz gözüküyor. Haftaya ki maç Galatasaray'ın bu seneki yerini tayin edecek. Bana sorarsanız, bu güne kadar bu kadar puan kaybetmiş bir takım şampiyon olamaz. Fenerbahçe'de benzer durumda ama Fenerbahçe'nin oynadığı futbol ve kadro kalitesi onları hala bir şampiyonluk adayı olarak göstermek için yeterli. Galatasaray şu anda iyi bir anadolu takımı kıvamında. İyi mücadele ediyorlar, herkesi heryerde yenebilirler ama şampiyon olmak için yeterli bir kadroları ve yapıları yok.

25 Eylül 2010 Cumartesi

İnönü'de Sürprizler Gecesi

Bu akşam İnönü Stadı'nda iki moralli takım arasındaki maç aynen başlıkta da belirttiğim gibi benim adıma bir sürprizler maçıydı. Lafı dolandırmadan bu sürprizlerin neler olduğunu yazmak istiyorum. Öncelikle ilk maçlarında çok değil 1.5 ay evvel 4-1-5 gibi çılgın ve takımı bozan bir sistemle oynayan Schıuster'in bu akşama 3 tane ön libero ile başlaması bir sürprizdi benim için. Antalyaspor gibi pozitif futbol oynayan bir takımın özellikle ilk 60 dk bir tane bile atağının olmamayışı da sürpriz sayılabilirdi. Veya bütün maç negatif bir görüntü çizen Antalya'nın komik bir golle beraberliği sağlaması. Ve en sonunda da kapanan takım hüviyetindeki Antalyaspor'un kontratak vari bir pozisyonla araya adam kaçırıp İnönü'den puansız dönmesi... Bunların hepsi birer sürprizdi benim için.



Schuster takımın başında sahaya çıktığı ilk maçlarda insanları şaşırtacak kadar hücümcuyla oynayan, tek ön libero ve beş tane hücumcuyu bir arada kullanma cesareti gösteren bir adamdı. Bu akılsız cesareti yüzünden ben de dahil olmak üzere birçok kişi ve çevreden tepki gören Schuster, daha sonra bir nebze akıllanarak biraz daha tedbirli kadroları sahaya sürmeye başlamış ve doğru yolu bulmuştu. Fakat bu akşamki ilk onbiri görünce açıkcası bende şaşırdım. Şaşırmamın sebebi; henüz 1.5 ay önce 4-1-5 imsi bir taktikle oynayan bir adamın daha Eylül ayı içerisindeyken 3 ön liberoyla sahaya çıkmasıydı. Yalnış olduğundan değil, sadece Schuster ile bağdaştıramadığımdan bu şaşkınlığı yaşadım. Sezon başında takımların kadro opsiyonlarıyla ilgili yazdığım yazıda Beşiktaş'ın asıl taktiğinin 4-2-3-1 olması gerektiğini ama dönem dönem 4-4-2 yide çok rahat oynayabileceğini söylemiştim. 4-4-2 de orta sahada 2 ön libero olabilirdi yada Ernst ile Guti oynayabilirdi ama Guti li 4-4-2 de kenarların birinde Ekrem Dağ ve ileride de kesinlikle Nobre oynamalı diye düşünüyordum. Beşiktaş 4-4-2 yi sadece ligin 2.Haftasında Belediyespor'a karşı oynadı ve komik takım tertibi yüzünden sonuç hezimet oldu. Ben bu hafta özellikle Guti'nin sakatlık haberi sonrasında Schuster'den böyle bir hamle bekledim. En kötü Tabata'yı forvet arkasına çekmesini ve yine 4-2-3-1 oynamasını bekliyordum Alman hocadan. Ancak kadro beklenenin dışında bir kadroydu. Alman hoca takımın temel taşı Ernst, geçen haftanın başarılı ismi Aurelio ve takımın genç dinamosu Necip'ten bir orta saha kurmuştu. Öncelikle ille de pozitif futbol pozitif futbol diyen biri olmadığımdan ve futbolun savunma yönünün de keyifli olduğunu düşünen biri olarak kadroyu beğenmem lazımdı ki beğendim ama içimde de bir burukluk olmadı değil. Çünkü Schuster'den farklı bir şey bekliyordum ama yine de çıkardığı takım özellikle ilk yarı çok tempolu ve baskılı oynayarak onu yanıltmadı...

Ben futbol görüşü bakımından ön liberolardan savunma ağırlıklı futbolculardan rahatsız olan biri değilim. Bizim ülkemizde de bu görüş anlamında ciddi bir ilerleme olduğunu görüyorum. Çok değil dört beş sene öncesine kadar iki ön libero oynatmak adeta suç kabul ediliyordu Türkiye'de. Özellikle o dönemlerde çift ön liberoyla oynayan Fenerbahçe hep eleştri almaktaydı. Daha sonra iki ön libero memlekette kabul görmeye başladı. Önce Galatasaray daha sonra da Beşiktaş tek ön liberolu sistemlerden çiftli sistemlere geçti. Bunda en büyük pay ülkemize gelen hücum oyuncularının takım savunmasına az katkı yapmaları sonucunda arıza gösteren defans bloklarıydı. Son dönemlerde artık görülüyor ki ülkemizde 3 ön libero bile yaygınlaştı. Bende bu tartışmaların sürdüğü dönemlerde üç ön liberonun fazla olmadığını düşünenlerdendim fakat denemeler bu akşama kadar beni ve benim gibi düşünenleri yanıltmıştı. Milli takım Belçika karşısında ilk yarıda 3 ön liberoyla oynayıp geriye düşmüş ve daha sonra hücumcu sayısını artturunca galibiyet gelmişti. Galatasaray sene başında 3 ön liberoyla oynarken galip gelemiyordu. Fenerbahçe Beşiktaş karşısında 3 önliberoya dönünce puan kaptırmıştı. Eskişehir Bursa'da 2 ön liberoyla oynarken 1-0 öne geçmiş daha sonra 3 ön liberoya döndüğünde maçı 2-1 kaybetmişti. Bana göre bu örneklerin ortak paydaları oyunu iki yönlü oynayamayan ön liberolar ve fizik yetersizlikten dolayı arkadan destek gelmediği sürece etkili olamayan hücum oyuncularıydı. Mesela son dünya şampiyonu İspanya'da hemen hemen 3 ön liberoyla oynadı ama sonuç ortada. Bu kadar şey anlattım peki Beşiktaş bunun neresinde? Beşiktaş bunun tam ortasında! Beşiktaş'taki ön libero ekibi bana göre Türkiye'deki en iyi ön libero ekibidir. Bir kere Ernst'i anlatmayacağım. Gerek yok. Necip son derece kaliteli, taraftarın alt yapıdan gelme olduğu için üst düzey hoşgörü gösterdiği genç bir delikanlı. Çok sürmez onun milli takımda banko olması. Bir de bu ikiliye benim her dönem çok beğendiğim tecrübe abidesi Aurelio da eklenince o bölge Beşiktaş için en sorunsuz bölge oldu. 3 oyuncuda çok koşup pres yapıyolar, topla ileri doğru oynayabiliyorlar, hücum veya defans farketmez her bölgeye yardım edebiliyorlar. Bu sepeblerden dolayı bu sefer 3 ön libero tercihi tuttu ve bana göre artık klasik 4-3-3 de bir opsiyon oldu Beşiktaş için.


Maça gelince... Beşiktaş maça fizik gücü yüksek, tempolu oynayan takım kadrosuyla önde basıp rakibi kendi sahasına hapsederek başladı ve yaklaşık 30 dk boyunca bu etkili oyunu sürdürdü. İlk yarı Antalyaspor'un neredeyse rakip sahada 10 sn.den fazla top tutmuşluğu yoktu. Beşiktaş'ta etkili ilk yarı boyunca sadece Bobo aksıyordu. İlk yarının tek hakimi Beşiktaş ikinci yarıyada baskın başladı ama ilk yarıdaki pozisyon çeşitliliği kalmamıştı. Tempo biraz düşünce yaratıcı oyuncu eksikliği doğar gibi olduğunda sahneye çakma Guti! Ernst çıktı ve dünya çapında bir ara pasla günün silik ismi Bobo'yu morallendirdi. Bu golden sonra zaten maçın başından beri kötü bir çizgi çizen Antalya iyice oyundan düştü. Bu sırada Mehmet Özdilek oyuna maç eksiği olan ve pres yapmayan Ali Zitouni yi aldı. İleride bu sefer 4 tane top rakipteyen pres yapmayan ayrıca fizik güç eksikliğinden hücumda da etkili olamayan adam oldu; bu da Beşiktaş'ı tam rahatlattı derken hiç olmayacak alakasız bir gol yedi siyah-beyazlılar. Mehmet Özdilek hemen bir hamle yapması gerekirken uzun süre bekledi ve bu sürede Beşiktaş rahat rahat rakip kaleye gitme imkanı buldu. Nobre-Aurelio ve Tabata-Holosko değişiklikleri yerindeydi. En sonunda Şifo Mehmet de oyuna İlkem'i aldı ama skoru koruyamadı.

Yazımın başında da belirttiğim gibi benim için bu akşam bir sürpriz akşamıydı(her ne kadar sürpriz bir sonuç oluşmasa da). Beşiktaş önemli bir galibiyet alarak hem moralleri üst düzeyde tuttu hem de kopup gitmek üzere olan Bursaspor'a nefesini hissetirmeye devam etti.....

4 Eylül 2010 Cumartesi

Başımıza Kazak Örmeyelim....



Cuma gecesi Hiddink yönetimindeki futbolu merakla beklenen milli takımımız EURO 2012 elemelerindeki ilk sınavını zayıf bir rakip olan Kazakistan karşısında verirken izleyen seyircileri hayal kırıklığına uğrattı desek heralde çok da zalim bir giriş yapmış olmayız. Bu hayal kırıklığının ve çalan tehlike çanlarının sebeplerini alt paragraflarda açıklamaya çalışacağım...

Milli takımın başına Hiddink gibi gittiği takımlarda sistem oturtan, birçok ülkeye gerçek futbolun ne olduğunu öğreten, hayatını futbola vermiş birinin geçeceğini duyduğumda birçok Türk insanı gibi ben de çok sevindim. Zira ne kadar eleştrilse de Fatih Terim'in ardından ancak böyle bir isim gelirse bu takıma ağırlığını koyabilirdi. Hiddink'in çalışmaları yarı yönettiği yarı izlediği ve Oğuz Çeitn'in fırsat bulduğu her röportajında "çok çok iyi ve faydalı geçti" dediği Amerika kampından sonra zorlu süreç başladı. Önce Romanya hazırlık maçı ve şimdi de elemelerdeki ilk maçımız Kazakistan deplasmanı. Sonuç mu? Maalesef beklenen bu değil...

Hiddink'in resmi teknik direktörümüz olarak sahaya çıktığı ilk maç olan Romanya dostluk maçını büyük bir dikkatle takip ettim ve sonucunda etrafımdaki insanlara bu takımın bu şekilde oynarsa işinin çok zor olacağını söyledim. Peki neden?
Öncelikle Romanya maçına biraz değinmek istiyorum. 11 Ağustos gecesi izlediğim Romanya son yıllarda izlediklerim içindeki en kötü Romanya'ydı. Hücum gücü son derece sınırlı, rakip sahada asla organize olamayan, takım savunmasında da ciddi sıkıntılar yaşayan bir rakip vardı karşımızda. Fakat aynı şekilde sahada çok kötü bir milli takım vardı. Hücum gücü kötü bir rakibe verilen net gol pozisyonları, 65-70 dk hiçbir organize atak yapılamamışı, geride hazırlık pasları dışında ritmik bir pas trafiği tuttturulamamayışı bu kötü görüntünün baş nedenleriydi. Kadro seçimindeki gariplikler, sahaya çıkan 11 deki mantıksızlıklar ise maçın hazırlık maçı olması dolayısıyla hoşgörüyle karşılanabilirdi. Sonuçta Türkiye en azından moral ve güven verici bir galibiyeti bu maçtan çıkarmasını bildi. Ama asıl sınavlar Eylül ayının ilk haftasında başlayacaktı.

Kazakistan ve Belçika maçlarının aday kadroları açıklandığında herkes gibi bende çok şaşırdım. Takımında oynamayan ve formsuz olan birçok oyuncu kadrodayken, ligin tozunu atan son derece formda oyuncular çağrılmamıştı. Savunmanın sağında önemli sakatlıkları olan Sabri ve Gökhan Gönül'ün milli takıma çağırılıp da  Serkan Balcı  ve asıl Ali Tandoğan gibi o bölgede çok rahat oynayabilecek oyuncuların dışarıda kalması, en az takımında kadro dışı olan Kazım'ın milli takımda yine! olmasına karşın Volkan Şen gibi şu anda tartışmasız ligin en formda kanat oyuncusunun bu iki kritik maçı evinden izleyecek olması kadar enteresandı. Ama daha ilginç olanı Hiddink'in Hollanda basınına vermiş olduğu bence talihsiz açıklamasıydı. Deneyimli teknik adam röpörtajında aynen şu ifadeleri kullandı: "23 kişilik kadroya son şampiyon Bursaspor'dan da 3 oyuncuyu dahil ettik". Ancak takım için ne 23 kişilik bir aday kadro seçimi yapılmıştı ne de Bursa'dan 3 oyuncu kadroya çağrılmıştı. Daha Hiddink takımındaki oyuncu sayısını bilmiyor, hangi takımdan kimleri aldığını bilmiyor.  Bence bilemiyor çünkü aday kadroyu Oğuz Çetin kuruyor. Takımın başında 2 hafta kamp yapmış bir teknik adamın artık aday kadro belirleyecek duruma gelmesi gerekir. Zira bu takım aynen Fatih Terim'in kadrosu. Ömer Erdoğan dışında kadroda ekstra bir oyuncu yokken, aksine Fatih hocanın şartsız güven duyduğu isimler kadrodaydı. Bu şartlar ve tartışmalar gölgesinde milli takım ilk sınavı için Kazakistan'a yorucu bir seyahat yaptı. 


Maça Türkiye kötü bir şablon ve kadroyla başladı. Savunmada 2 aydır top oynamayan ve maç eksiği bulunan Sabri ile sezona son derece kötü bir başlangıç yapan Hakan Balta beklerde görev alırken Servet Ömer Erdoğan ikilisi göbekte görev alıyorlardı. Burada ciddi bir teknik adam hatası var. Madem senin kafanda Ömer Servet ikilisi var veya Ömer'i milli takıma alır almaz oynatacak kadar beğeniyorsun, o zaman niye Romanya maçının aday kadrosunda bile yok. Futbolda ikili oynanan bölgelerdeki uyumlar çok önemlidir. İki stoperin, iki önliberonun ve eğer çift forvet oynanıyorsa iki forvetin uyumu maç içinde çok önemlidir. Servet ile Ömer bugüne kadar aynı kampta bile bulunmamış iki futbolcu. Romanya maçında Hakanla Servet oynayacağına Ömer ile Servet oynasaydı, kafamız daha rahat olurdu. Özellikle Ömer cuma akşamı çok iyi oynadı ama iyi oyun yetmiyor uyum da çok önemli, o yüzden Belçika karşısında o bölge maalesef riskli. Ama Ömer'in özverili oyunu ile Servet'in tecrübesi de bu açığı kapatabilecek güçte. Orta sahada ise savunmadan farklı bir görüntü yoktu. Daha hiç resmi maç oynamamış ve fizik açıdan hazır olmayan Aurelio ve sezona iyi başlayamayan Emre göbekte yer alırken, keza yine Bayern München'de hiç resmi maça çıkamayan Hamit sağ taraftaydı. Solda Arda oynarken, forvet arkasında Beşiktaş'da bu sezona da çok kötü başlayan Nihat oynuyordu. Ön tarafta ise zaten iyi hali bile tek forvet oynamaya çok da müsait olmayan ama sakatlıklardan dolayı orada görev bulan, takımında hiç oynamayan, fizik açıdan düşük, moralsiz bir Tuncay. Bu kadroyla üst düzey bir rakip karşısında deplasmanda galip gelmek son derece zorken Kazakistan gibi bir takım bize ilaç gibi geldi.

Maça biz tempolu başladık. Yetenekli oyuncularımız az çok insiyatif alırken rakip de yıllardır kanayan yaramız olan duran toplardan ciddi tehlikeler yaratıyordu ama çok sınırlı kapasiteye sahip olduklarından bizim sıkıntılarımızı değerlendirebilecek bir yapıları yoktu. Takımımız saha içi düzeninden dolayı organize atak yapamayacağından daha maçın başında arkadaşlarıma "ancak duran toplarla etkili olabiliriz" dedim ve böyle de oldu. Bir korner bir frikikten 2-0 lık üstünlüğü ele geçirdik. Tabi ki, Hamit'in attığı insan üstü golü de ayakta alkışlamak gerekir. 2-0 dan sonrası bizim için hiç umut vermedi. Artık savunma yapmayan rakip karşısında çok pozisyona girmemiz gerekirken biz çok temposuz oynadık ve bu boşlukları değerlendiremedik. Bunda Hiddink'in bu kadar maç eksiği olan ve yorulan kadroya ilk müdahelesini 80.dkda yapması da ciddi bir etkendi. Sonra atılan 3.golden sonra maçı kopardık ve İstanbul yolunu tuttuk.

Salı günü son derece zor bir maça çıkacağız. Rakibimiz ilk maçında Almanya'ya kaybetse de güçlü bir takım. Biz bu görüntüyle sahaya çıkarsak şok bir yenilgi alabiliriz. O yüzden bu kolay galibiyete kanıp da sournlarımızı görmezsek başımıza KAZAK öreriz. Bizden söylemesi......



25 Ağustos 2010 Çarşamba

ŞEN Ola Cimbom ŞEN Ola


Spor Toto Süper Lig'in 2.Haftası 2 tane çok önemli maçın izleyiclerle buluştuğu bir haftaydı. Bu maçların ilki
Ali Sami Yen Stad'ında Galatasaray ile Bursa arasındaydı ve bu zorlu mücadelenin galibi son şampiyon apoletli Bursa oldu. Bursa iyi oyun oynamamasına rağmen takım olgusu oturduğundan iki maçta +6 puan yaparken dertli takım Galatasaray bu mağlubiyetle iki maçta -6 yaptı!


Geçen haftaki Sivas mağlubiyeti ve hafta içindeki Karpaty beraberliğinden sonra Galatasaray camiasında tüm gözler bu derbi niteliğindeki maça çevrilmişken, rakip taraf ilk haftayı galibiyetle kapatıp Sami Yen'e daha rahat bir konumda gelmişti. Önce maçı değerlendirip daha sonra Galatasaray takımı hakkında geçen hafta da dile getirdiğim birkaç sorunu tekrar ele alcağım. Galatasaray Karpaty maçının ilk yarısına 4-2-3-1 düzeniyle çıkıp ilk yarıyı 2-0 mağlup bitridkten sonra 2.yarı 4-3-3 e dönünce maçı berabere bitirmişti. Dolayısıyla Rijkaard Bursa maçına da doğru bir şekilde 4-3-3 düzeninde 3 tane koşan oyuncuyla başladı. Buna karşın Ertuğrul Sağlam doğru bir şekilde orta sahayı üçleyerek Galatasaray'a karşı koymayı planlamıştı. Bursaspor geçen hafta Konya karşısına 4-4-2 sistemiyle çıkarak orta sahadaki yaratıcı Batalla'yı oynatmamış ve Bursa bütün hücum girişimlerini kenarlardan yapmıştı. Bu sefer orta sahada hem Ergic hem de Batalla vardı. Galatasary 3 lü orta sahada en geride Ayhan ile başlayıp Barış'ı Ali Turanla Arda arasına sokup Mustafa'yıda hafif Kewell'ın yanına hafifde Baros'un yanına sokarak başladı. Rıdvan Dilmen bunu eleştirdi ama ben doğru buldum. Rıdvan hocaya göre Mustafa en geride oynamalı, Ayhan da onun yerinde oynamalıymış ama bana göre bu son derece yanlış bir önerge. Birincisi Ayhan mevcut takımdaki en iyi ve en vasıflı oyun kurucu olduğundan en geride oynayıp oyunu kurması çok mantıklı, ikincisi Mustafa Sarp ne kadar ön tarafa yakın oynarsa o kadar başarılı olmaktadır, çünkü geride oynayıp oyun kurma yeteneği yoktur ayrıca ön tarafta Barosla beraber pres yaparak takımın baskı kurmasında rol oynar bir de üstüne üstlük sırtı dönük toplar alarak bir santrafor gibi işlev görür. İki takımın da savunma hatları ilk haftayla aynıydı. Bursaspor'da Vederson çok isabetli bir transfer olduğunu birkez daha kanıtlarken diğer bir yeni transfer Stepanov da başarılı bir görüntü sergiledi. Ancak Ömer solda Stepanov sağda oynaması yerine tam tersi olursa daha iyi olur yoksa Ömer top çıkarırken sol ayağıyla zorlanıyor. Buna karşın Galatasaray'da savunma alarm vermeye devam ediyordu. Servet ve Hakan Balta formsuzluk konusunda tavan yapmış, Neill bir türlü yeni sezona kafa olarak hazırlanamamış ve Ali Turan güven bakımından sınıfta kalan bir oyun oynamaktaydı. Gerçi Ali Turan Karpaty maçına göre çok çok daha iyi oynadı şimdi hakkını yemeyelim ama yine de güvensizliği doruk noktasındaydı.

Hücum hatları için ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Galatasaray'da ileri üçlü bu maçta sınıfta kaldı. Karpaty maçının yıldızı hiç beklemediğim bir performansa imza atan Kewell bu maçta ise daha durgun olmasına rağmen yine de hücum hattının en iyi ismiydi. Arda son derece kötüyken, Baros da hazır olmayışının sıkıntısını çekiyordu. Diğer tarafta ise işleri farklı kılan bir isim vardı ki bu isim başlığımda da kendine yer buldu: Volakan Şen. Hakikaten harika bir maç çıkardı. Oyunu Bursa adına dinlendirerek, tempoyu yükselterek adam geçerek çok verimli bir maç çıkardı Volkan. Hakan Balta'ya en kötü performanslarından birini yaşattı. Sercan çok iyi olmasa da kötü Galatasaray savunmasını yordu. Maçın Bursa adına en kötü ismi ise hiç şüphesiz Ozan İpek'ti. Maçın değerlendirmesine ek olarak Rijkaard'ın Elano değişikliğinin de akıl ve mantıkla bağdaşmadığını söylemeden geçemeyeceğim. Maçın Bursa adına en iyisi Volkan Şen iken Galatasaray'da en iyi oyunu bana göre Ayhan çıkarttı. Çok iyi oyun kurdu bir tane golü kurtardı ve hep sorumluluk alarak orta sahayı toparlamaya çalıştı ama hala Ayhan'ın bu takımda ne işi var diyenler var. Anlamak mümkün değil...

Galatasaray kötü bir girdaba girdi. Bunda en büyük sorumlular Rijkaard ve yönetimdir. Mehmet Helvacı beyefendi maç sonrası hocayla yollar ayrılacak mı sorusuna hocanın bir suçu yok bu takıma hoca ne yapsın? diyor. Tamam da Mehmet bey madem bu takıma Rijkaard birşey yapamıyor niye o zaman 5 milyon euro ödüyorsunuz?? O zaman alt yapıdan genç bir hoca getirin en azından boş yere para vermezsiniz. Galatasaray'ın fikstürü son derece zor. Belki önümüzdeki hafta radikal değişiklikler bile olabilir. Emana ismi gündemde. Gelirse iyi olur ama Galatasaray'ın sorunları daha büyük. Öyle 1-2 transferle geçecek sorunlar değil. Yönetimde sorunlar var, takımda huzursuzluk ve güvensizlik var hava yok, takımı böyle durumlarda toplayacak vasıfta ne bir kaptan ne de bir teknik adam var. Bu haftaki Karpaty maçı birçok kişinin kaderini belirleyecektir ama Galatasaray'ın sorunları 1-2 transferle bitecekmiş gibi de gözükmüyor. Ya Rijkaard'a adam gibi ayar verilmeli ya da gönderilmeli çünkü Rijkaard işini iyi yap-mı-yor!!!! 2 senedir bu takımın başında Rijkaard hergün takım kötüye gidiyorsa demek ki bir yerlerde bir sorun var....

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Bir Problem Var(Gs-Sivas)


Cumartesi akşamı ligin açılış maçarından biri olan Sivasspor-Galatasaray maçı birçok kişinin beklemediği bir şekilde Sivas'ın galibiyetiyle noktalandı. Ancak bu sonuç benim için çok da büyük bir sürpriz değildi. Bunun
sebeplerini alt paragraflarda açıklamaya çalışacağım...



Sıkıntılı geçen hazırlık periyodundan sonra Galatasaray Sivas'ta görücüye çıktı. 2 sezondur büyük umutlar ve vaatlere karşın yaşanılan başarısızlıklar, transfer dönemindeki sessizlik, takımın moral ve güven seviyesinin çok üst seviyede olmayışı bu gala gecesini Galatasaraylılar adına kabusa çevirdi. Galatasaray maça klasik 4-3-3 dizilişiyle başladı. Bu sistemde orta saha üçlü pres yapan rakibi bozan fakat hücuma desteği sınırlı olan oyunculardan kuruluydu. Fakat asıl sorun başka yerlerdeydi. Serdar Özkan her ne kadar devamlılığı ve oyun görüşü olmasa da takımı ileri taşıyabilecek, kanat organizasyonları yapabilecek bir oyuncu. Orta sahadan hücuma katkının sınırlı olduğu günde kanat varyasyonları önemli bir yer tutmaktaydı. Ne var ki ; Serdar'ın ani rahatsızlığı ve o kanadın genç Emre'ye teslim edilmesi hücum hattını iyiden iyiye yozlaştırdı. Diğer bir büyük sorun ise savunma hattındaydı. Servet'in üst düzey formsuzluğu, Neill'ın daha yeni yeni ısınması, Ali Turan fiyaskosu ve hazırlık kampındaki performansının aksini sergileyen H.Balta dörtlüsü Galatasaray'a çok şey kaybettirdi. Düşünün ki, bir büyük takım 3 ön liberoyla mücadele ediyor fakat sayısız pozisyon veriyor...

Galatasaray maça hırslı ve tempolu başladı. Bu başlangıçta çok eleştrilen orta saha oyuncularının da önemli bir payı vardı. Arda'nın istekliliği, Kewell'ın günümüz futbolunda önemli yer tutan pivot santrafor tipini sahaya eksiksiz yansıtması da bu iyi başlangıçta pay sahibiydi. NitekimGalatasaray 6.dk da golü buldu ve ilk yarının sonuna kadar da kötü olmayan bir oyun oynadı. Belki takım çok üretken değildi ama koşuyordu. Ancak devre sonunda yenen gol ve akabinde yaşanılan gerginlikler zaten tansiyounun yüksek olduğu gecede özellikle moralman kötü duruma düşmüş Galatasaray oyuncularını ve Rijkaard'ı iyice oyundan kopardı ve Sivas'ın galibiyetine ortam hazırladı. İkinci yarıda orta saha oyuncularının fizik güçten düşmesi, savunmanın iyice komik hatalar yapması, ilerdeki etkinliğin de minimalize olması elden giden maçı geri çevirmeye yetmedi.

Öncelikle Galatasaray'ın sezona iyi hazırlanmadığı çok açık ortada. İkinci yarıdaki fiziki düşüş bunun göstergesi. Ama en komiği Rijkaard'ın da bunu söylemesi. Galatasaray Skibbe'nin ayrılığından sonra Bülent Korkmaz la anlaştı. O kadar sakat varken, kavga gürültü varken mevkilerde oynayacak oyuncu kalmamışken Bülent bir futbol oynattı. İyi mi kötü mü o sizin kararınız olsun. Ardından Bülent'in aldığı paranın 5 katına, Bülent'in sahip olduğu kadronun 5 kat daha kalitelisine sahip olarak müthiş bir taraftar desteğiyle Rijkaard göreve getirildi. Şimdi soruyorum: Bana çıkıp bir kişi diyebilir mi ki Rijkaard takımı Bülent'e göre daha iyi oynattı diye????? Takım top oynamıyor, fizik güç iyi değil herkes sinirli herkes gergin. E o zaman bu Rijkaard ne iş yapar??? Ama doğru kadro yetersizdir, transfere ihtiyaç vardır, fizik gücümüz düşüktür!! vs..  İki hafta önce Galatasaray OFK ile 2-2 berabere kaldığında Rijkaard çıkıp aynen şöyle söyledi: Takım öne geçip çok maç veriyor, bunu engellemek için ARTIK!!! bende çalışacağım. Bu söylemi ancak Schuster gibi takımın başına 2 ay önce gelen teknik adamlar söyleyebilir. Rijkaard 15 aydır takımın başında ve Galatasaray sayısız maçta öne geçip maç verdi. Ama tabi doğru Rijkaard eski dadı yeni karısıyla gezmekten takımla fazla ilgilenemiyor!

Herkes orta sahadki yetersizliğe dikkat çekiyor fakat ben aynı görüşte değilim. Evet doğrudur bir zeki oyuncu eksikliği vardır. Ancak ülkemize gelen hücum özellikli oyuncuların %80 i koşmuyor. Geçen sene Galatasaray'da önemli bir sorun arkadaki 6 oyuncunun hücuma az destek vermesi ve asıl öndeki 4 oyuncunun geriye hiç gelmemesiydi. Önceleri herkes formdayken Galatasaray yeteneklerle işi götürdü ama form grafikleri düşünce Galatasaray kabus gibi bir sezonu geride bıraktı. Eğer alınacak oyuncu yine o formattaysa zararı olur. Ama öndeki oyuncuların pres gücünü iyice arttırıp bir de iki yönlü oynayabilen zeki ama koşmayıda ihmal etmeyen yani Guti tipi bi oyuncu alınırsa o zaman işler rayına oturur. Normal olarak 2 ön liberoyla çok da büyük sıkıntılar yaşanmayabilir ama savunma dörtlüsü de alarm verdiğinden  orta sahanın güçlü olması şart.

Anlayamadığım bir konu var. Her sitede taraftarlarda bir Ayhan düşmanlığı almış başını gitmekte. Ayhan eğer iyi olursa bu takımın banko oyuncusudur. Geçen seneki performansına göre bu sezona da kanımca iyi başladı ve hatta bana göre Sivas'ta takımın en iyisiydi. Buna rağmen herkes Ayhan Galatasaray'a yakışmıyor diyor. Ayhan mevcut kadroda oyunu iki yönlü oynayabilen ender oyunculardan biridir, o yüzden bana bu yorumlar takıntılı insanlrın eseri gibi geliyor...

Sonuç olarak Galatasaray sezona iyi başlamadı. Bana göre görüntü çok da vahim değil ama bir problemin olduğu da kesin. Yukarıda belirttiğim gibi bir transfer yapılırsa takımın fizik gücü! iyiye gidip moraller düzelirse ve Rijkaard karısını gezdirmekten vazgeçip işinin başına dönerse ben hala umutluyum. Fakat geri dörtlüdeki sorunlar da kafa kurcalıyor. Özellikle Ali Turan'ın performansını gördükten sonra Sabri'nin değeri heralde taraftar gözünde tavan yapmıştır...

6 Ağustos 2010 Cuma

Üç Büyükler ve Avrupa(Galatasaray)

Üç büyükleri oynadıkları avrupa maçlarını baz alarak değerlendirdiğim yazılarımın sonuna Galatasaray ile geliyorum.

Kuralar çekildiğinde yapılan değerlendirmelere göre en kolay rakip olarak Galatasaray'ın rakibi OFK görüldü. Herkes(bende dahilim) Galatasaray'ın bu turu fazla zorlanmadan geçeceğini tahmin etmekteydi. Fakat işler beklenildiği gibi olmadı ve Galatasaray ikinci maçı farklı kazanmasına rağmen bu turu geçerken çok zorlandı.

Öncelikle yaşanan sıkıntıları anlatabilmek adına yaz dönemindeki gelişmelerden transferlerden hazırlık kampından bahsetmemiz lazım. Çok kötü geçen bir sezonun ardından Galatasaray transfere hızlı girdi. Daha önceden anlaşılan Ali Turan, takımlarıyla sözleşmeleri biten Batdal ve Serdar Özkan, genç oyuncu Musa ve Çağlar Galatasaray'ın ilk transferleriydi. Bu oyuncuların hepsi kaliteli adamlar fakat birinci sınıf oyuncu değiller. Bunlardan hiçbirisini gözün kapalı sahaya süremezsin. Hepsinin bir gelişim göstermesi, mesafe katetmesi lazım ki; bir yerlere gelebilsinler. Dolayısıyla bu oyuncular ilk etapta geçen sezon yaşanılan sıkıntıları giderecek oyuncu tipleri değillerdi. Galatasary'ın temel sorunu orta sahanın ortasındaydı ve o bölgeye Topal'ın da ayrılmasına rağmen oyuncu alınmıyordu. En sonunda vasat bir oyuncu olan Cana ile anlaşıldı. Mehmet Topal'ın eskikliğini kapatmaya çalışan bir transfer olarak göze çarpıyordu. Ama Galatasaray'ın Topal varken de oraya oyuncu alması gerektiğinden hala o bölgede eksiklik var. Bu da takıma olumsuz yansıyor. Ön libero oyuncular 4-2-3-1 düzeninde ne savunmada doğru yer tutabiliyorlar ne de öne doğru akıcı bir oyun oynuyorlar. Ama bu sorunların tek sebebi onlar değil. Öndeki dört oyuncunun onlara 2 konuda da yardım etmemesi zaten kapasitesi sınırlı oyuncuları iyice dara soktu, sokuyor, sokacak. Yani o bölgedeki sorun hala devam etmekte. Özellikle Ayhan, Barış gibi oyuncuların eski gücünde olmayışları transfere duyulan ihtiyacı hergün belirgin hale getiriyor.

Diğer sorun bölge santrafordu. Baros Galatasaray'a transfer olmadan önce müzmin sakat konumundaydı. Ancak enteresandır ki, Baros ayağı kırılana kadar Galatasaray'da hiç sakatlanmadı ve bu sebepten oradaki eksik görülmedi. Geçen sezon bu mevkide yaşanan sıkıntılar Galatasaray'ı avrupadan bile etti. Ayağı kırıldıktan sonra Baros daha fazla sakatlanmaya başladı. Bu da Galatasaray'ın ondan bu sene %100 verim alamayacağının göstergesi. Baros'un alternatifi Mehmet Batdal. Genç forvet değişik bir oyuncu. Bikere kesinlikle çok çalışması lazım. Ceza sahası içerisinde oynanan maçlarda çok aktif olduğu kesin(ancak oynanan takımların kaliteleri de ortada). Buna rağmen Batdal oyun içerisinde çok etkisiz. Hiçbir sırtı dönük varyasyona giremiyor, arkadaşlarını rahatlatan onlara alan ve oyun imkanı veren hareketler yapamıyor, verkaçlarda duvar olup pozisyon avantajı sağlıyamıyor. Batdal şu anda adeta son dakikalarda oyuna alınan bir ceza sahası golcüsü gibi. Bu analizden sonra insanın aklına şu soru geliyor: Baros'un sakat olduğu dönemlerde zorluk derecesi yüksek maçlarda Batdal Galatasaray'ı ileri taşıyabilir mi? Şu anda bu sorunun cevabı hayır ama net birşey için zaman lazım. Rijkaard o bölge için Kewell'ı da düşündüğü için oraya transfer yapılmayacağı kanısındayım. Bana göre eğer sağlamsa Kewell o bölgede oynamalı çünkü çok faydalı oluyor. Hem oyuna çok müdahil hem de kalitesiyle o bölgede hiç sırıtmıyor.

Öncelikle bu sene Galatasaray'da geçen sezon başında yakalanan hava yok. Birçok taraftar kurulan kadronun yetersizliğinden yakınıyor. Benim onlara bir sorum olacak: Bu kadronun geçen seneden ne farkı var? Gidenlerin yeri oyuncu bazında dolduruldu. Emreler gitti Ali Turan geldi. Caner gitti Çağlar geldi. Mehmet Topal gitti Cana geldi. Keita gitti Pino geldi. Jo gitti Batdal geldi. Dos Santos gitti Serdar geldi. Kewell gitti Kewell geldi! Yani sayı ve oyuncu bazında bir değişim yok. Sadece isimler farklı; o farklılık da bu kadar tepki oluşturacak bir fark değil. Geçen sezon bu yönetime şarkılar yazanlar şimdi küfür ediyor. Biz geçen sene bu yönetim yalnış yapıyor diyince herkes aslan kesiliyordu. Noldu sattınız mı şimdi Adnanlarınızı???

Hazırlık kampı bana göre fiyaskoydu. Koskoca Galatasaray 5 takımla hazırlık maçı yapıyor; içlerinden Fenerbahçe'yi ayırdığımızda en iyi takım 2.lig takımı. Bu takım lige köy takımlarıyla mı hazırlanacak yani? Fenerbahçe az çok iyi takımlarla oynayıp yenilirken Galatasaray köy takımlarına fark atıyordu. Sonra Almanya'da ne oldu???

Bütün bunlara rağmen Galatasaray zorlansa da bence iki maçta da diğer temsilcilerimize oranla iyi futbol oynadı. Ancak ikinci maçta savunmada yapılan hatalar ilerisi için ciddi şekilde S.O.S vermekte bizden uyarması. Geri dörtlüde sadece H.Balta hazır geri kalanlar ciddi şekilde formsuz. Galatasaray fizik açıdan hazır hale gelip, Elano durumunu netleştirip, gerekli takviyeleri yaparsa; yine bu sene tepeyi zorlar.

Bir de çok kısa bi şekilde takımın taktiği üzerine konuşmak istiyorum. Bana göre geçen sene oynatılan 4-2-3-1 yada 4-2-1-3(hemen hemen aynı) taktiği yanlıştı ve tutmadı. Tutmadı çünkü ne öndeki üçlü sisteme ve onun gereklerine destek verdi ne de Elano kendini gösterebileceği bir kimlik kazandı. Bu sene şu ana kadar Rijkaard 4-1-2-3 oynatıyor ki bu çok daha doğru. O yüzden eğer Elano yerine birisi gelirse tam 10 numara tipi değil de daha orta saha vasıflı olması faydalı olur.

Galatasaraylı olduğumdan takımım adına hayal ettiğim 11 ide sizlerle paylaşmak istiyorum: (4-1-2-3)

Aykut(ufuk)- Sabri   Neill(Gökhan)   Servet(gökhan)    H.Balta- Lorik Cana(Mustafa)-  transfer       Mustafa(ayhan, Barış, hatta Musa)/hepsi olur- Pino(serdar)   Baros(kewell)     Arda(kewell) 

                                                               
Transfer: orta saha vasıflı savunma yönü kesinlikle tatmin edici olan tekniği de az buçuk Elanoya yakın kaliteli bir futbolcu. Kadrodaki Türkler tekrar forma girip birşeyler verirse bu kadroyla Galatasaray her yeri zorlar. Ama tekrar söylüyorum geçen seneki hava da sabır da yok...

5 Ağustos 2010 Perşembe

Üç Büyükler ve Avrupa(Beşiktaş)

İlk yazımda Fenerbahçe'nin Young Boys maçını baz alarak genelleme yapmıştım. Bu yazımda ise konu Beşiktaş.

Beşiktaş sezona flaş transferlerle girdi. Bu transferlere ek olarak da ünlü teknik adam Schuster ile anlaşıldı. Yapılan transferlerden sonraki ilk resmi maç olan  Vikingur karşılaşmasında görüldü ki Beşiktaş sezona sıkıntılı girecek. Tabi ki, Vikingur maçlarından sonra böyle birşey söylemek doğru olmazdı ama bir sonraki turda Çek takımıyla oynanan iki maç bu tezimi doğrular nitelikteydi.

Vikingur maçı 11 ini gördüğümde çok şaşırdım. Her ne kadar rakip futbolcular futbolu ikinci iş olarak gören tipte insanlar olsa da; her ne kadar rakip 2 sene önce kurulmuş olsa da Beşiktaş'ın saha düzeni çok riskliydi. Geride bir tek Ernst önünde 5 tane hücumcu ve bunlar geriye hiç gelmiyor.İlk 45 dakikada rakip 3 kere tehlikeli geldi. Oyun olarak da tatmin edici olmayan bu maçlar sonunda ülke insanımızın bu sıkıntıları görmemiş olması çok doğaldı. Fakat Schuster'in görmemesi inanılır gibi değil.

Prag'da Beşiktaş yine intihar niteliğinde bir 11 le sahay çıktı. Orta sahada bir tek Ernst. Sağ tarafta ilk maçını oynayan tamamiyle turist kalan Hilbert. Solda ne bekine ne orta sahaya destek veren Q7. Ve Ernst'in yanında 1 yıldır 3 resmi maça çıkmış Delgado. Bu oyuncular yetmiyormuş gibi ön tarafta da son derece formsuz Nobre ile kötü gününde olan Nihat. Böyle bir takım nasıl savunma yapabilir, nasıl oyuna ortak olur ve herşeyden önemlisi bir teknik adam buna nasıl inanır??? Kabus gibi geçen ilk yarıdan sonra Necip hamlesiyle Delgado asıl görev yerine döndü, Necip de orta sahaya direnç olunca tarihi fark olabilecek maç Beşiktaş'a turu getirdi. Sonunda hatalardan ders alan Schuster rövanşta Necip ile başladı rakibin de önce 10 sonra 9 kişi kalmasıyla turun İstanbul ayağı rahat geçildi.

Schuster geldiği günden bu güne takıma 4-1-2-1-2 oynatmaya çalışıyor. Yani orta sahada tek ön libero, iki kenar bir 10 numara oyuncusu ve de 2 forvet! Bu sistem tuttuğu takdirde çok etkili olmasına karşın tutmadığı zaman facia sebebi olan bir kurguya sahiptir. Bu sistemi açıklamak için bu sistemle başarılı olmuş 2 takımdan örnek vermek istiyorum. Birinci örneğim Gerets'in 2005-2006 yılını şampiyon bitiren Galatasaray'ı. O sene Galatasaray'ın orta sahası şöyleydi: Çok diri ve formda tek ön libero Saidou, solda hem çok pres yapan hem çok tempolu hem de Saidou'ya destek veren Ayhan, sağda en formda yıllarından birini geçiren ve ileride yapılan baskılarda önemli rol alan H.Şaş ve önlerinde yine durarak oynamayan hareketli ve etkili İliç. Forvette ise 3 tane hem formda hem de çok pres yapan H.Şükür, Ü.Karan ve Necati'den ikisi. Bu Galatasaray'ın temel kadrosuydu. Bu sistem tuttu çünkü orta saha diriydi ve hücum oyuncuları iki yönlü katkı vermekteydi. Fakat Beşiktaş'ta orta sahada Ernst eski Ernst değil, onun dışındakilerin geriyle bağlantısı yok bir de hücumcular son derece etkisiz ve silik. En azından bir kanat oyuncusunun defansının çok iyi olması lazım ki bunu Beşiktaş'ta anca Ekrem yapabilir o da bir yere kadar. Gerets bu sistemden ikinci yılında vazgeçti, çünkü ortalığa Arda çıktı, çünkü çok iyi Saidou gitti tek ön libero oynayamayan İnamoto geldi. Arda ortaya çıkınca Gerets orta sahadan Ayhan'ı kesti ve Arda'yı oynattı. Fakat Arda geriye yeteri kadar destek vermeyince olanlar oldu ve Gerets mecburen 4-5-1 e döndü. Diğer örneğim de İnter. Bu senenin tozunu atan maviler, Pandev takıma katılana kadar 4-3-1-2 oynadılar. Orta sahada Zanetti, Cambiasso, Muntari, Motta, Stankoviç den üçü; önlerinde son derece hareketli Sneijder ve ön tarafta Milito ve Eto'o gibi hem ofans hem defans yapan santraforlar. Sonuç ortada...

Beşiktaş elindeki kadroyla bu sistemi oynayamaz. Ya iyi bir santrafor, savunma ağırlık bir kanat oyuncusu alacaksın, ya da bu sevdadan vazgeçeçeksin. Schuster bu kurguda ısrar ederse Del Bosque'den beter olur benden söylemesi. Ayrıca yabancılar konusunda da politikayı beğenmiyorum. Sivok sakatlanmasa Ferrari gibi geçen sezon iyi işler yapmış biri gidecekti. Ayrıca bir bölge için Delgado, Tabata ve Guti varken artık yaşlanmış Ernst'in tek alternatifi olan Fink'in satış listesinde olması da ayrıca beni düşündüren bir konudur...